LOKASYON
Sultan Ahmet Camii, 1609-1617 yılları arasında Osmanlı Padişahı I. Ahmed tarafından İstanbul'daki tarihî yarımadada, Mimar Sedefkâr Mehmed Ağa'ya yaptırılmıştır. Cami mavi, yeşil ve beyaz renkli İznik çinileriyle bezendiği için ve yarım kubbeleri ve büyük kubbesinin içi de yine mavi ağırlıklı kalem işleri ile süslendiği için Avrupalılarca "Mavi Camii (Blue Mosque)" olarak adlandırılır. Ayasofya'nın 1935 yılında camiden müzeye dönüştürülmesiyle, İstanbul'un ana camii konumuna ulaşmıştır.
Aslında Sultanahmet Camii külliyesiyle birlikte, İstanbul’daki en büyük eserlerden biridir. Bu külliye bir cami, medreseler, hünkar kasrı, arasta, dükkânlar, hamam, çeşme, sebiller, türbe, darüşşifa, sıbyan mektebi, imarethane ve kiralık odalardan oluşmaktadır. Bu yapıların bir kısmı günümüze ulaşamamıştır.
Bugün hala ayakta duran tarihi mimari harikaklardan biri olan Ayasofya, mimarisi, büyüklüğü, büyüklüğü ve işlevselliği ile sanat dünyasında önemli bir yere sahiptir.
Doğu Roma İmparatorluğu'nun İstanbul'daki en büyük kilisesi olan Ayasofya, aynı yerde üç kez inşa edilmiştir. İlk inşa edildiğinde, adı Megale Ekklesia (Büyük Kilise); Ancak, beşinci yüzyıldan sonra, Ayasofya (Kutsal Bilgelik) olarak anılmıştır. Kilise, yöneticilerin taç giydiği yerdi ve aynı zamanda Bizans döneminde kentin en büyük operasyonel katedraliydi.
İlk kilise, 360 yılında İmparator Konstantios (337-361) tarafından yaptırılmıştır. İlk kilise, ahşap çatısı ile kaplanmış ve dikey olarak genişletilmiş (bazilika), ancak ihtilafların sonucu olarak 404'te yapılan halk ayaklanmasından sonra yakılmıştır. İmparator Arkadios'un (395-408) eşi Eudoksia'yı ve İstanbullu Patrik Hazretleri Chrysostomos'u sürgün etti. Patriğin mozaik portre, kilisenin kuzey kesiminde bulunan timpanon duvarında görülebilmektedir. İlk kiliseden kalıntı kalmadı; Ancak, “Megale Ekklesia” markalı müze deposunda bulunan tuğlaların ilk yapıya ait olduğu tahmin edilmektedir.
İkinci kilise 415 yılında İmparator II. Theodosios (408-450) tarafından yeniden inşa edilmiştir. Bu bazilikal yapının beş tane nefis ve anıtsal bir giriş içerdiği bilinmektedir; Ayrıca ahşap bir çatı ile kaplıdır.
Topkapı Sarayı Müzesi, Osmanlı Devleti'nin idari yapısını anlamak, saray yaşamını gözlemlemek ve Osmanlı İmparatorluğu'nun sahip olduğu zenginliklere tanık olmak için mutlaka görülmeli. Müzede Osmanlı devletinin idari binaları ve padişahın ailesinin yaşadığı Harem dışında Hazine, Kutsal Emanetler, Silah Koleksiyonu, Padişah Portreleri, Mutfaklar ve Porselen seksiyonlarını ziyaret edebilirsiniz.
İstanbul'un fethi ile Osmanlı İmparatorluğu'nun başkentinin İstanbul'a taşınmasının ardından Fatih Sultan Mehmed tarafından inşa ettirilen ve 1478'den itibaren 380 yıl boyunca devletin idari merkezi ve padişah ile ailesinin yaşam yeri olan Topkapı Sarayı, 9 Ekim 1924 tarihinde müze olarak ziyarete açıldı ve o günden bu yana ziyaretçi sayısı en yüksek müzelerden biri olarak hizmet vermeyi sürdürüyor.
The Grand Bazaar (Turkish: Kapalıçarşı, meaning ‘Covered Market’; also Büyük Çarşı, meaning ‘Grand Market’) in Istanbul is one of the largest and oldest covered markets in the world, with 61 covered streets and over 4,000 shops which attract between 250,000 and 400,000 visitors daily. In 2014, it was listed No.1 among the world's most-visited tourist attractions with 91,250,000 annual visitors. The Grand Bazar at Istanbul is often regarded as one of the first shopping malls of the world.
İstanbul’un yerli ve yabancı turistlerce ilk gezilen ve en kalabalık yerlerinden olan Sultanahmet Meydanının bilinen tarihi Romalılara kadar uzanır.
Roma İmparatorluğu ve sonrasındaki Bizans İmparatorluğu devrinde hipodrom olarak kullanılan bu meydan, bugün de olduğu gibi şehrin toplantı, eğlence, heyecan ve spor merkezi olarak 10.yüzyıla kadar önemini sürdürmüş. Araba yarışları yanında, müzisyen toplulukları, dansözler, akrobatlar, vahşi hayvanlarla kavga gösterileri hep burada yapılırmış. “Büyük Saray” diye bilinen İmparatorluk Sarayı Hipodromun yanından başlar, aşağılara, deniz kenarına kadar uzanırmış. Bu Saraydan günümüze sadece büyük salonun bir yer mozaik panosu gelebilmiş. Osmanlı İmparatorluğu döneminde ise kırk gün kırk gece süren şehzade sünnet düğünleri, şenlikler At Meydanı denilen Sultanahmet Meydanında yapılır, yeniçeri isyanları da bu bölgede gerçekleşirmiş. 17.yüzyılda çıkan ve Vaka-i Vakvakiye diye bilinen askeri bir ayaklanma sonunda, isyancılar tarafından ölüme mahkûm edilen kişiler At Meydanı’nda bulunan büyük bir çınar ağacının dallarına asılmış. Ayrıca İstanbul’da 1920 yılında işgale karşı yapılan büyük mitingde, Halide Edip de o ünlü konuşmasını bu meydanda yapmıştır. Meydanın tarihine kısaca göz attıktan sonra buradaki tarihi eserlere şöyle bir bakalım. Meydanın ilk göze çarpan eserleri tabii ki dikili taşları. Bizans Döneminde at yarışlarının yapıldığı Hipodrom meydanında yer alan üç dikili anıt, Hipodrom’u ikiye bölermiş. Yarışçılar hipodromu yedi kez döner ve başlangıç noktasına ilk ulaşan takım yarışı kazanırmış. Yani bugün hala ayakta olan bu üç anıtın çevresinde döner dururmuş yarışçılar.
Sultanahmet Meydanı İstanbul'un en önemli meydanlarından biridir. Bizans devrinde Hipodrom, Osmanlı döneminde At Meydanı olarak bilinen Roma sirki de Meydanın içerisindedir.
Açılış tarihini tam olarak bilemesek de 2.yy’ın sonu ile 3.yy’ın başı arasında kurulduğunu biliyoruz. Ancak hipodromu hipodrom yapan kişi İmparator Büyük Konstantin’dir. Yapıyı genişleterek imparatorluğunun dört yanından muhteşem eserler getirtmiştir. Hipodrom Latincede, at yolu anlamına gelmektedir. Konstantin tarafından yeniden yaptırılan hipodrom; at nalı şeklinde, 480 metre uzunluğunda, 117 genişliğinde ve 100.000 kişilikti. Bazı kaynaklara göre ise 370m ile 120m ebatlarında ve 40.000 kişilikti. Bu yıllarda İstanbul’un nüfusu ise 400.000’di. Hipodrom ile Büyük Saray arasında da geçiş vardı.
İstanbul'un görkemli tarihsel yapılarından birisi de Ayasofya’nın güneybatısında bulunan Bazilika Sarnıcı’dır. Bizans imparatoru I. Justinianus (527-565) tarafından yaptırılan bu büyük yeraltı sarnıcı, suyun içinden yükselen ve sayısız gibi görülen mermer sütunlar sebebiyle halk arasında “Yerebatan Sarayı” olarak isimlendirilmiştir.
Sarnıcın bulunduğu yerde daha önce bir Bazilika bulunduğundan, Bazilika Sarnıcı olarak da anılır. Sarnıç, uzunluğu 140 metre, genişliği 70 metre olan dikdörtgen biçiminde bir alanı kaplayan, dev bir yapıdır. Toplam 9.800 m2 alanı kaplayan bu sarnıç, yaklaşık 100.000 ton su depolama kapasitesine sahiptir. 52 basamaklı taş bir merdivenle inilen bu sarnıcın içerisinde her biri 9 metre yüksekliğinde 336 sütun bulunmaktadır. Birbirine 4.80 metre aralıklarla dikilen bu sütunlar, her biri 28 sütun içeren 12 sıra meydana getirirler. Çoğunluğu daha eski yapılardan toplandığı anlaşılan ve çeşitli mermer cinslerinden yontulmuş sütunların büyük bir kısmı tek parçadan, bir kısmı da iki parçadan oluşmaktadır. Bu sütunların başlıkları, yer yer farklı özellikler taşır. Bunlardan 98 adedi Corint üslûbu yansıtırken bir bölümü de Dor üslûbunu yansıtmaktadır. Sarnıçtaki sütunların köşeli veya yivli biçimde olan birkaç tanesi hariç büyük bir çoğunluğu silindir biçimindedir. Sarnıcın ortasına doğru kuzeydoğu duvarı önünde yer alan 8 sütun, 1955-1960 yıllarında yapılan bir inşaat sırasında kırılma tehlikesine maruz kaldıklarından, bunların her biri, kalın bir beton tabaka içine alınarak dondurulmuş ve bu yüzden eski özelliklerini kaybetmişlerdir. Sarnıcın tavan aralığı kemerler vasıtasıyla sütunlara aktarılmıştır. Sarnıcın tuğladan örülmüş 4.80 metre kalınlığındaki duvarları ve tuğla döşeli zemini, Horasan harcından kalın bir tabakayla sıvanarak su geçmez hale getirilmiştir.
Meydan olmadan önce, eski evlerin sıralandığı dar bir bölge olan semt, meydan haline getirilip genişletildikten sonra zamanla bugünkü görünümünü almıştır. Meydanın ortasındaki Cumhuriyet Anıtı ve çevresi bugün tören yeri olarak kullanılıyor ve buluşma yeri işlevini üstleniyor.Meydanın başlangıcından Tünel`e kadar nostaljik tramvay çalışır. Taksim aynı zamanda kültür,eğlence ve büyük bir alışveriş merkezidir.Çok sayıda mağaza, sinema ve tiyatro salonu, sanat atölyeleri, sergi salonları, bar, disko, kafe barındırır. Özellikle haftasonları Taksim`de 24 saat hareket vardır. Meydanın girişinde bulunan dönercilerin (bazıları haftaiçi de dahil olmak üzere)çoğu haftasonu tüm gün açıktır. Saat 05.00`e kadar geceklüpleri kapanmaz. Meydanın yakınlarında bulunan taksiler ile günün her saati ulaşım sağlanır. Taksim Meydanı`nın simgesi haline gelen anıt İtalyan heykeltraş Pietro Canonica`ya yaptırılmış, 1928 yılında yerine yerleştirilmiştir. Anıtın yapımı 2,5 yıl sürmüş, anıt taş ve bronz kullanılarak yapılmıştır. Maliyeti için halktan para toplanmıştır. Cumhuriyet dönemi anıtlarından ilk defa figüratif bir anlatımla Atatürk`ü ve yeni düzeni anlatan bir heykeldir. Anıt dikilmeden önce Taksim`de alan özelliği yoktu. Taksim Çeşmesi; İstiklal Caddesi, Gümüşsuyu ve Sıraselviler arasında kalan bir açıklıktı, bu anıt için kışlanın bir kısmı alana katılmıştır.Dairesel bir meydanın ortasına dikilen anıtta, iki yüzünde bronz figürlerin yer aldığı geleneksel mimari kullanılmıştır, 11 metre yüksekliğindedir. Kaidesinde pembe Trentino ve yeşil Suza mermerleri kullanılmıştır. Anıtın bir yüzü Cumhuriyet Türkiyesi`ni, diğer yüzü ise Kurtuluş Savaşı`nı simgelemektedir. Anıtın kuzey yönünde Mustafa Kemal, yanında İsmet İnönü, Fevzi Çakmak ve halk betimlenmiştir. Anıtın yan yüzlerinde birer asker üstlerindeki madalyonlarda ise iki kadın figürü görülmektedir. Anıtın dar yüzleri altında mermerden yalaklar bulunur. Bunlar çeşme olarak düşünülmüş daha sonra eklenmemiştir.
İstanbul Arkeoloji Müzesi, Türkiye’de müzecilik adına atılan en değerli adımlardan birisi ve geçmişi neredeyse 600 yıl öncesine kadar dayanan bir miras. Sahip olduğumuz coğrafyada yurt dışına kaçırılan eserlerin sayısı hiç azımsanacak gibi olmasa da iyi korunabilmiş en değerli eserlerin sergilendiği yer İstanbul Arkeoloji Müzesi. Eğer daha önce gitmemişseniz, ziyaret ettiğiniz takdirde yanı başınızda ne kadar büyük bir hazinenin olduğunu rahatlıkla anlayabilirsiniz. Dünya’da müze binası olarak tasarlanan ve bu amaçla kullanılan ilk 10 arasında yer alır İstanbul Arkeoloji Müzeleri’nin Binaları. Tarihi Fatih Sultan Mehmet’e kadar dayanmakta olan koleksiyonların Osmanlı’dan miras kalması ve yapılan bir çok kazı çalışması ile bugünkü zenginliğine kavuşur. Müzenin Dünya’nın sayılı müzelerinden birisi haline gelmesi ise 1881 yılında Sadrazam Edhem Paşa‘nın oğlu Osman Hamdi Bey‘in müzenin müdürlüğüne atanması ile olur. Osman Hamdi Bey sadece müzeyi topluma kazandırmakla kalmaz, bizzat kendisi kazı çalışmaları da yaparak müzeyi çok daha zengin bir hale getirir. Müze, sahip olduğumuz on binlerce yıllık tarihe sahip coğrafyanın zenginliği ile Dünya’nın kıskanılacak kadar nadir eserlerini barındırır. Buna rağmen değeri kendi toplumumuz tarafından maalesef çok fazla bilinmez.
Pierre Loti Tepesi, İstanbul'un Eyüp ilçesinde Haliç'e nazır bir tepedir. Tepe adını, 1876 yılında İstanbul'a gelerek buraya yerleşen ve sık sık bu tepedeki bir kıraathaneye gelmesiyle tanınan Fransız roman yazarı ve doğubilimci Julien Viaud'dan almıştır. Tepenin adını Eyüpsultan Tepesi olarak değiştirmek amacıyla belediye meclisine sunulan öneri pek çok çevreden büyük itirazlar görmüş ve belediye meclisince reddedilmiştir. Tepe ve burada bulunan aynı adlı çay bahçesi İstanbul'a gelen turistlerin de sık sık ziyaret ettiği bir yerdir. Tepeye ulaşım Eyüp-Piyerloti teleferiği üzerinden de mümkündür.
Nişantaşı, günümüz İstanbul’unun en gözde semtlerinden birisi. Özellikle moda, sanat ve lüks alışveriş’in merkezi konumunda. İstanbul’u hiç görmemiş çoğu insanın bile en azından “Avrupa Yakası” sayesinde kulaktan dolma bilgilerle tanıdığı semt, aslında şehrin gelişimini bizzat özetleyen özel bir tarihe sahip. Bölgeye ilk olarak 1791 yılında III.Selim, bugünkü Teşvikiye Camii’nin bulunduğu yere ilk nişantaşını diktiriyor. Daha sonra Abdülmecid döneminde bölge iskana açılıyor. Teşvikiye Camii ve Harbiye Karakolu inşa ediliyor (Teşvikiye ismi de insanları buraya yerleşmeleri için “teşvik etmek”ten gelmekte). Hanedanın Topkapı Sarayı’ndan Dolmabahçe Sarayı’na ve daha sonradan Yıldız Sarayı’na taşınması sebebiyle, hanedan üyeleri, yüksek devlet görevlileri ve soylu misafirler (Ör: Akaretler, saray konuklarının konaklaması için yapılmış lojmanlardır) tarafından tercih ediliyor.
Bizans zamanında içerisinde Latin toplulukları bulunduran bir Cenova Kolonisi iken Pera ismiyle anılan bölgenin hareketlilik kazandığı yıllar Osmanlı dönemine denk geliyor. İtalyan’ından İngiliz’ine, Hollandalı’sından Fransız’ına pek çok ulustan insan, Osmanlı’nın yükseliş döneminde ticari hayatın giderek arttığı bu bölgeye akın etmiş. Caddenin öne çıktığı dönem ise veba salgınının yaşanmasından hemen sonra vuku bulmuş. Bugün İstiklal’in uzandığı yerin çok yakınına yerleşen Fransızlar sayesinde cadde, hem mimari açıdan hem de ticari bakımdan kenttin önemli merkezlerinden birisi haline gelmiş. Yaygınlaşan Fransız etkisi nedeniyle “Grande Rue de Pera” adıyla anılmaya başlanan cadde, çok uluslu yapısının da etkisiyle 17. ve 18. yüzyıllarda iyice genişlemiş. 19. yüzyıla gelindiğinde ise burası tamamen dolmuş. İstiklal’deki altyapı çalışmaları ağırlıklı olarak Abdülaziz döneminde gerçekleştirilmiş. Bu dönemde cadde zeminine taşlar döşenmiş, kanalizasyon sistemi ve elektrik şebekesi kurulmuş. Yapılan çalışmalar içerisinde en önemlisi ise dünyanın en eski metro hatlarından birisi sayılan Tünel’in inşası olmuş. Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasından ardından Cadde-i Kebir bugün kullanılan adını almış. 2. Dünya Savaşı sırasında ve sonrasında gayrimüslimlere yönelik izlenen olumsuz politikalar sonucu caddenin yabancı nüfusu giderek azalmış. Bu durum mimari ve ticari açıdan gelişimin neredeyse durma noktasına gelmesine neden olmuş.